Müjdat abi; kemikli ve oturmuş bir yüzü olan soluk benizli
bir abimizdi. Yüzüne ve gözlerindeki esrarlı havaya bakan herkes ‘bu adam derin
şeyler yaşamış’ diyebilirdi. Tipi buna çok müsaitti. Biz de mahallenin gençleri
olarak genellikle bu intibadan dolayı dinlerdik anlattıklarını, verdiği
öğütleri. Hep bir hayranlığımız vardı Müjdat abiye.
Kadınları, size şarkılarda kendilerini hatırlatacak kadar
sevmeyin derdi hep. Çıkıp da bir tanemiz bile ‘sevelim be abi, sevmekten ne
zarar gelir’ diyemezdik. Hem zaten bu cümleyi Müjdat abiye kuracak olsak ‘bi
siktir git, almayayım şimdi seni ayağımın altına’ derdi. Ağzı da çok bozuktu.
Sonra seni tanıdım. Zamanla… başta sadece bakışıyorduk.
Hayatıma o ana kadar hiçbir kadın girmediğinden dolayı utanıyor, sıkılıyordum. Ama gözlerindeki o tarifi imkansız hüzün başımı döndürüyordu. Seni her gördüğümde içimde değişik bir şeylerin var olduğunu hissediyordum. Şu
an anlıyorum ki zamanında bir kalbim varmış. Onu hissediyormuşum.
Senin yanındayken Müjdat abiyi tabiri caizse siktir
etmiştim. Aklımın ucundan geçmiyordu, yıllarca efsanelerini dinlediğim, onlarca
öğüt aldığım adam. Birlikte sinemaya gidiyor, anı olsun diye yüzlerce şarkı
ezberlemek için kıçımızı yırtıyorduk.
Ne oldu?
Çok güzel bir sorudur bu.
Ne oldu?
O gece Müjdat abi sordu bana bunu. Yanımda artık ağzına kadar
dolmuş olan küllük ve radyoda en sevdiğin şarkı çalarken… ağzımı açamadım.
‘’Senin ağzın bozuktur abi, istek parça olarak bir ağız
dolusu küfür istiyorum senden.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder