Hüzünlü filmler izlerdi. Romantik filmlere bayılırdı.
Kendini hep o hikayelerdeki erkek karakterlere benzetirdi. Günlük yaşamına
uyarlar, hep onlar gibi davranırdı Emrah abi.
Güzel kitaplar okur, bazen ağlamak için kendini zorlardı.
‘Postmoderni, geçmiş ve gelecek zaman arasında değişik bağlantılar kurmayı çok
seviyorum, şimdiki zamanı asla yaşayamıyorum’ derdi çoğu zaman.
Emrah abi çok sevilirdi. En çok da anlattığı hikayeler…
okuduğu hikayelerdeki karakterleri öyle uyarlardı ki kendi hayatına ve o kadar
inanırdı ki o anı yaşadığına, her ne kadar ‘sıkma be Emrah abi’ desek de
içimizden, heyecanla dinlerdik onu.
İnsanın gitmesi gerektiği, ait olduğu bir yer vardır ya hani, ya da öyle bir yerin
olduğuna inanır ya insan, işte Emrah abi ‘ben hiçbir yere ait değilim be
kardeşim’ derdi sürekli. Ama bize hiçbir zaman öğüt vermezdi.
Emrah abiyi bir eylül akşamı benim evin yakınında daha önce
sürekli önünden geçtiğim ama asla dikkatimi çekmeyen bir mezarlığın başında
hüngür hüngür ağlarken buldum. Kim bu abi? Neden ağlıyosun? Noldu? gibi bir
sürü soru cümlesi dizerken bir anda bana dönüp, ‘bu insanların ait olduğu yer
burası değil kardeşim, bu insanların ait olduğu yer burası asla değil’ dedi ve
bir anda kalkıp yavaş yavaş sahile doğru ilerlemeye başladı, ben de arkasından
gidişini güzelce izledim. Ve bir daha Emrah abiyi ne mahallede ne de şehrin
herhangi bir yerinde gördüm.
Şimdi yirmili yaşlarımın sonunda çok güzel geçirdiğim ömrümü
düşünürken kendimi Emrah abinin yıllar önce hüngür hüngür ağladığı o mezarlığın
başında buldum.
Ben nereye aitim abi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder