Çok güzel hikayeler yazardım ben. Edebi bir metinde bulunabilecek tüm söz sanatlarını, ritüelleri ve ayrıca şahsına münhasır kişiliğine yakışan dünya üzerindeki tüm güzellikleri eklemeye çalışırdım o hikayelere.
Bu hikayem onlara ait. Yazabilecek
olduğum belki de en ağır, anlatması zor, yaşanması ise mümkün olmayan ve
haliyle yaşanamayan o hikayeyi yazıyorum sizlere şimdi.
Anlamak ve anlaşmak ikilemine
sıkışmış, çareyi kaçmakta bulmuş, kaçmış ancak yakalanmaktan kurtulamamış bu
insanlara biraz da siz acıyın diye anlatıyorum bu hikayeyi.
Artık çocuk olmadığımız ve
konuşmadan da anlaşabilmemizin mümkün olabileceği; ancak her zamanki gibi, olması
gereken her şey gibi, bunun da mümkün sınıfında yer almadığı bir toplumda;
gözlerini birbirinden asla ayırmadan, dünya üzerinde sadece birbirlerinin var olduğunu
hissederek, o anı en uç duygularla yaşayan, o duyguları yaşamak için bir araya
gelmiş; belki çok kez tesadüf o ki karşılaşmış, aynı mekanlarda bulunmuş,
selamlaşmaya niyet bile edememiş iki insanın, gözleri yaşlı hikayesi bu.
Zannetmeyin ki alelade kaleme
alınmış bir hikaye bu. Bu hikaye çok uzun yıllar sürmüş, bir sürü duygu ve
hissiyatı eskitmiş, köreltmiş insanların hikayesi. Öyle ki en sonunda
birbirlerine verebilecek, insanoğluna dair en güzel tutkuyu bile harcamaktan
geri kalmamış olanların hikayesi.
Bu hikaye her şeyden vazgeçip,
her şeyi geride bırakıp kaçıp gitmesi gereken ama yapabildikleri en iyi şey,
birbirlerinden kaçıp, geri kalan her şeye sığınmak olan iki insanın hikayesi.
Tüm insanlık duysun ki, bu
seferki hikayem paramparça. Duysun ki her gelen ve gidenin göreceği şekilde,
altını çizerek, kalın harflerle mezarıma bu hikayeyi yazsınlar. Yazsınlar ki
okuyan hiç kimse cesaret edemesin böylesine bir hikayeyi yaşamaya.
yirmişubatikibinyirmiüç